Geçen yine gösterişli boş bir zaman buldum yine mağduriyetimi yoksunluğunu eksikliğini ve malum yaşananları degerlendirmek adına yaptım tekrar altı kişilik bir toplantı. Ben, Kafka, Dostoyevski, Lidar, Atay, ve Süreyayla. Tek tek sordum tabi abilerim ustalarım nolacak bu halim-iz! Memlekettten umudunu kesmiş kıraathane amcası edası ve tonuyla yönlendirdim soruyu kendilerine.
Başladı Dostoyevski anlatmaya, kısa kısa; "yaşadıkların benim kumar tutkum gibi, içinden ne kadar çıkmaya çalıştıysam kurtulamadım, hatta kaybettikçe daha da sevdalı oldum kumara yuh gene geldi pis numara. Seninki de onun gibi bişey. Kaybettikçe daha da deliriyor insan, gittikçe umursamamaya başlıyor ki bu da kötü. Yani kasa sen değilsin. Her el olmasa da bir el mutlaka kaybedeceksin". Yeter dedim bu kadar karamsarlık yeter. Durumu gören Süreya şairim halime biraz acıklı bakmış olmalı ki " zaten bizi sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar, Afrika dahil", diyerek sustu. Şaşırdım. İlginç buldum. Franz kafka olayı kendince ele almak istercesine döktü aforizmasını ortaya " Sana yazarsam uyuyamıyorum ve bitkin oluyorum. Yazdığımda ise yaşadığım tedirginlik ve korku beni çatlatıyor." Noluyor demeye kalmadan Lidar olayı aydınlatmaya çalışıyor. " ben seni severim sevmesine ama toplum buna hazır değil. " toplantının şokunu atlatamamışlığımın titrek ve şaşkın sesiyle " toplum da benim birey de " ben sevdim ali abi toplumun bi anlamı yoktu o vakitlerde. Sonra Oğuz Atay, toplantıdaki herkesin yaşayışlarından ve kahır dolu hayatlarından biraz daha üzülmüş olmalı ki şu cümle çıktı ağzından "geleceğini kaybetmek yaşanan zamanı da boşlaştırıyor, henüz ayakta kalacak gücüm var, deneyelim sonuç almaya çalışalım. " doğru söylüyorsun dedim Oğuz abi, ama neyi deneyecez? Bizim hevesimiz mi kaldı ? Vakit öldürür gibi yaşamıyor muyuz ? Bizler hayatımız boyunca Aynadaki yüzümüzün aslında ters simetride gözlerimize yansıdığını ve ancak ters bakışta bir kameranın açısıyla düzeldiğini bilmeden yaşamıyor muyuz? Veyahut öğrendik de noldu? Çoğu bilgi bize acı vermekten başka ne işe yaradı? Kuvvetle muhtemel hatta kesinlikle diye sandığımız, ters hayatımızı kendi açısıyla düzelten insanlar bir bir gitmedi mi bu dünyada ? Kırmadılar mı Kalbimizi aynalarımızı? Daha neyi deniyoruz? Hâlâ direnen gücümüze de lanet olsun. Oğuz Atay biraz mahçup olmuştu. Fakat ben mahçup olsun diye söylemedim ki o cümleleri. O da biliyordu tabi. Sonra bana katıldığını belirtmek ister bir tavırla yorgun sesiyle konuştu, çok sevdiğim tutunamayanlar kitabından biz dize sarf etti " beni bir gün unutacaksan bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi boş yere mağaramdan çıkarma beni alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna tedirgin etme beni bu sefer geride bir şey bırakmadım tasımı tarağımı topladım geldim neyim var neyim yoksa ortaya döktüm beni bırakırsan sudan çıkmış balığa dönerim". Derin bir sancı hissettim Atayın bu alıntısı karşısında. Sudan çıkmış balık gibiyiz. Acı bedava diye mi bu kadar çekiyoruz anlamadım ki. Hem acımıza bakıp içten içe hoşnut olan insanlar da epey birikti tabi. Onlara da kırık bir selam olsun. Fakat bilsinler ki hoşnut olsunlar diye çekmedik biz onca acıyı. Lidar abimizin isteğiyle bir çay içip bitirdim toplantıyı. Çaylar bendendi sohbet, hepimizden. Yine delirdik sessizce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder